|
Tweet |
Melekli’nin topraklarında zaman bazen ağır yürür.
Rüzgârın taşıdığı koku, toprağın sakladığı sırlar ve bir evin duvarlarına sinmiş yüz yıllık hatıralar… İşte Melekli’deki Ata Ocağı tam da böyle bir yerin adıdır. Bir evden çok daha fazlası; bir hafıza, bir ses, bir kültürün direnişi.
2005 yılında Coşgun Oluz’un önderliğiyle Melekli’nin mütevazı bir baba evi sessizce yeniden doğdu. Bu doğuş, yalnızca bir evin kapısının açılması değildi; yüz yıllık bir zaman kapısının aralanmasıydı. Kaybolmaya yüz tutmuş araç gereçler, bir dönemi anlatan fotoğraflar, köylülerin ellerinde yoğrulmuş emekler, geçmişin tüm izleri tek tek toparlandı, korunup günümüze taşındı.
Melekli’de kurulan bu Ata Ocağı, aslında bir kültürel uyanışın ilk kıvılcımıydı.
Öyle ki Yaycı köyü ve Karaakoyun ilçeleri de bu geleneği benimseyip sürdürdü. Çünkü artık herkes biliyordu: Bir milletin geleceği, geçmişine sahip çıkabildiği ölçüde sağlam olur.
Ata Ocağı’nın içinde gezdiğinizde raflardaki eşyaların sıradan bir tarihi nesne olmadığını hissedersiniz. Her birinde bir hikâye, bir duygu, bir insan yaşar. Nevruz’un ateşi, Kafkas danslarının gururu, düğünlerin ritmi, geleneklerin zarafeti hepsi aynı çatı altında yeniden nefes alır.
Ve en çok da dokunan hikâyelerden biri vardır: Mestibat sevdası.
Aşkı uğruna vatanını terk edip önce İran’a, oradan Rusya’ya savrulan bir adamın hikâyesi… Ayrılırken sevdiğine söylediği o sert ama kaderi mühürleyen söz:
“Ben vatansız kalayım… Sen de sonsuz.”
Ve yıllar sonra bu sözün hem vatana hem de sevdaya ağır bir bedel olarak döndüğünü görürüz. Bugün Ata Ocağı’nın bir köşesinde sergilenen, sevdiğinin elleriyle örülmüş son patik ve Rusya’dan gönderilen solgun bir fotoğraf, geçmişi dile getiren en sessiz ağıtlardan biridir.
Eskiden teknoloji yoktu, su taşın oyuklarından süzülürdü, çamaşırlar ırmak kıyılarında yıkanırdı… Ama o yoklukların içinde bir zenginlik vardı: Emek, sadelik, samimiyet ve aidiyet.
Ata Ocağı işte bu duyguyu bugüne taşıyor.
Bugünün hızlı, unutkan ve koşuşturmaya teslim olmuş dünyasında Melekli’nin o mütevazı evi bize unutulan bir hakikati hatırlatıyor:
Geçmişine sahip çıkan toplum, geleceğini sağlam temellerle kurar.
Kökü güçlü olan, rüzgârdan korkmaz.
Ata Ocağı’nı gezen herkes bu gerçeği hisseder. Çünkü orası yalnızca tarihin saklandığı yer değil, tarihin konuştuğu, hikâyelerin yeniden can bulduğu bir mekândır.
Bir milletin hafızasını taşıyan en kıymetli kutu gibi…
Melekli’nin kalbinde yaşayan bu kültür ocağı, sadece geçmişin değil; geleceğimizin de bir emaneti. Onu yaşatmak, aslında kendimizi yaşatmak demek.